KUTUB - TDV İslâm Ansiklopedisi

KUTUB

القطب
Müellif:
KUTUB
Müellif: SÜLEYMAN ATEŞ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2002
Erişim Tarihi: 19.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/kutub
SÜLEYMAN ATEŞ, "KUTUB", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kutub (19.04.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte kutb kelimesi (çoğulu aktâb) “değirmenin mili, eksen demiri, eksen; gökyüzünün kuzey yarım küresinde bulunan yıldız; bir topluluğun yöneticisi” gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise “velîler zümresinin başkanı, dünyanın ve âlemin mânevî yöneticisi olduğuna inanılan en büyük velî” mânasında kullanılmış, onun işgal ettiği makama da kutbiyyet denilmiştir. Ayrıca kutbun yönetimi altında bulunduğuna inanılan çeşitli velî gruplarının her birinin başkanına da kutub adı verilir. Bu durumda birinci anlamdaki kutbu öbürlerinden ayırmak için ona kutbü’l-aktâb denilir. Fakat tasavvufta mutlak olarak kutub denildiği zaman en büyük velî, insân-ı kâmil ve hakîkat-i Muhammediyye anlaşılır. Abdürrezzâk el-Kâşânî kutbu âlemde Allah’ın nazargâhı olan yegâne velî diye açıklamış, kutubların kutbu sayılan bu velînin Hz. Muhammed’in nübüvvetinin bâtını (hakîkat-i Muhammediyye) olduğunu belirterek bu mertebenin ancak Hz. Peygamber’in en kâmil vârislerine ihsan edildiğini ifade etmiştir. Şu halde hâtem-i velâyet ve kutbü’l-aktâb hâtem-i nübüvvetin mânevî hüviyetini temsil eder (Iṣṭılâḥâtü’ṣ-ṣûfiyye, s. 145). Cürcânî de kutbun maddî ve mânevî âlemlerdeki bütün varlıklara ruhun bedene sirayet etmesi gibi sirayet ettiğini söyler (, “Ḳuṭb” md.). Kutub derecesine eren en büyük velîye kendisinden mânevî yardım istendiği (istigāse) için gavs da denilir. Gavs-ı a‘zam tabiri de kutb-i ekberi karşılar.

Kutub inancına ilk defa Muhammed b. Ali el-Kettânî’de (ö. 322/934) rastlanır. Kettânî, ricâlü’l-gaybdan bahsederken kutub anlamında kullanılan gavsın bir tane olduğunu söyler (bk. , I, 95). Kettanî’den sonra kutubdan daha açık ve geniş olarak Hücvîrî bahsetmiştir. Hücvîrî’ye göre kutub zâhir ve bâtın, maddî ve mânevî bütün varlıkların eksenidir, yani her şey onun üzerinde ve çevresinde döner, ona dayanır. Onun her şeye feyiz veren bir özelliği vardır. Allah âlemi ve âlemdeki düzeni onun aracılığı ile devam ettirir (Keşfü’l-maḥcûb, s. 249, 329, 346).

Kutub konusu en geniş ve kapsamlı bir şekilde Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve izleyicileri tarafından işlenmiştir. İbnü’l-Arabî el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’de kutub meselesine geniş yer ayırdığı gibi ayrıca Menzilü’l-ḳuṭb, Risâle fî maʿrifeti’l-aḳṭâb ve er-Risâletü’l-ġavs̱iyye adıyla eserler de yazmıştır. Ona göre her eksen, çevresinde dönen şeylerin kutbudur. Bu anlamda kabile şefi ve aşiret reisi kabilesinin ve aşiretinin kutbudur. Çünkü yönettiği toplum ona dayanır, onun etrafında döner. Tasavvuftaki kutub da böyledir. İbnü’l-Arabî bir işin erbabı ve ustası olan, herhangi bir nitelik veya yetenek kendisinde en mükemmel şekilde tecelli eden kişilere de kutub nazarıyla bakar. Meselâ bir çağda en mükemmel mütevekkil kim ise o çağda tevekkül ehlinin kutbu odur. Buna göre kutub bir tür prototiptir, belli bir zümrenin veya mesleğin ideal temsilcisi ve pîridir. İbnü’l-Arabî kutub görüşünü “Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz” (Buhârî, “Cumʿa”, 11; Müslim, “İmâre”, 20) meâlindeki hadisle, “Her birimizin belli bir makamı vardır” (es-Sâffât 37/164) ve, “Onlardan on iki nakib göndermiştik” (el-Mâide 5/12) meâlindeki âyetlere dayandırır.

İbnü’l-Arabî’ye göre diğer varlıklar gibi kutbun da ruhu ve sûreti vardır. Ruh eksen, sûret ise onun çevresinde dönendir. Resûl-i Ekrem’e vahiy gelmeden önce ve sonra olmak üzere iki kısım kutub vardır. Peygamberlerden oluşan önceki kutubların sayısı 313, sonrakilerin sayısı on ikidir. Mektum kutublar olan Hz. Îsâ ile Mehdî bu sayıya dahil değildir. On iki kutubdan her biri Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İlyâs, Lût, Hûd, Sâlih, Şuayb olmak üzere bir peygamberin meşrebi üzere bulunur. Bunlardan her birinin kendine has bir zikri ve virdi vardır. Bu virdler peygamberlerin yukarıdaki sıralarına göre Yâsîn, İhlâs, Nasr, Feth, Zilzâl, Vâkıa, Bakara, Kehf, Neml, En‘âm, Tâhâ, Mülk sûreleridir. Meselâ Nûh’un meşrebi üzere olan kutub Yâsîn sûresini, İbrâhim’in meşrebi üzere olan kutub İhlâs sûresini okur (Tehânevî, II, 1167). Umumi velâyetin hâtemiyle hususi velâyetin hâtemi olan iki kutub daha vardır. Hususi velâyetin hâtemi olan kutub Hz. Muhammed’in kalbi (meşrebi) üzeredir, onun gönüldaşıdır. İbnü’l-Arabî her biri bir iklimde bulunan yedi kutba “abdâl”, yine her biri bir yönde bulunan dört kutba “evtâd” adını verir. İster kâfirlerle, ister müslümanlarla meskûn olsun her yerleşim biriminin mutlaka bir kutbu vardır. Allah bu beldeyi o kutub vasıtasıyla korur (el-Fütûḥât, IV, 76; Tehânevî, II, 1167).

İbnü’l-Arabî ayrıca tasavvufî makamların sahibi olan kutublardan bahseder. Ona göre her çağda tevekkül, muhabbet, mârifet gibi makam ve hallerin her biri için mutlaka bir kutub vardır. Resûl-i Ekrem’in mânevî bir özelliğine en yüksek derecede vâris olan bir velîye Muhammedî kutub dendiği gibi yine Hz. Peygamber vasıtasıyla önceki peygamberlerden birinin özelliğini güçlü bir şekilde temsil eden velîye de meselâ İbrâhimî kutub, Mûsevî kutub gibi adlar verilir.

Kutbü’l-aktâb çeşitli işlevleri itibariyle kutb-i âlem, kutb-i cihân, kutb-i ekber, kutb-i irşâd, halife, kutb-i zamân, kutb-i vakt, vâhid-i zamân, sâhib-i vakt, hicâb-ı a‘lâ, mir’ât-ı Hak, kutb-i medâr ve gavs adını alır. Mâna âlemindeki adı Abdullah olan kutbü’l-aktâbın biri solunda, diğeri sağında olmak üzere iki imam vardır. Soldakinin mâna âlemindeki adı Abdülmelik olup melekût âlemini, sağdakinin mâna âlemindeki adı Abdürrab olup mülk âlemini yönetir. Kutub vefat edince yerine derecesi daha yüksek olan halifesi Abdülmelik geçer ve Abdullah adını alır.

Bütün kutublar kutbü’l-aktâbın emri altındadır. On iki kutubdan yedisine iklim kutubları, beşine velâyet kutubları denir. İklim kutublarının her biri bir iklimi kontrol eder. Diğer velîler velâyet kutublarından feyiz alır. İbnü’l-Arabî ayrıca, velâyet yolunda ilerleyen bir sûfînin ulaştığı çeşitli kutbiyet mertebelerinden söz eder. Ona göre kutbü’l-aktâb için de kendine has dereceler vardır. Kutbü’l-aktâb yükselince ferdâniyyet mertebesine ulaşır. Bu mertebede bulunan kutbun irade ettiği her şeyi Hak da irade eder. Bu derecedeki kutub bir velîyi veya kutbu azletme, yerine başkasını tayin etme yetkisine sahip olur. Alâüddevle-i Simnânî’ye göre irşad kutbu güneş velîliğine sahip olup bütün âlemi aydınlatır. Abdal kutbu ise ay velîliğine sahiptir; yedi iklimde sözü geçer (el-ʿUrve, s. 528). Ferdâniyyet mertebesindeki kutbü’l-aktâb yükselince vahdet kutbu mertebesine ulaşır. Bu mertebe mâşuk olma makamıdır. Bâyezîd-i Bistâmî, Şiblî ve Abdülkādir-i Geylânî’nin bu dereceye ulaştığına inanılır. Ferdâniyyet mertebesinde mekân söz konusu olmaz. Kutubları halk göremez, fakat derecesi yüksek olan kutublar alt makamlardaki kutubları bilirler.

Sûfîlerin kutub inancı ve kutba yükledikleri işlevler bazı âlimlerin eleştirilerine yol açmıştır. Kur’an’da, hadiste, selefte ve ilk sûfîlerde kutub inancının bulunmadığını söyleyen Takıyyüddin İbn Teymiyye’ye göre her şeyden önce bazı velîlere kutub ve gavs denilmesi yanlış bir adlandırmadır. Ona göre bu inanç, Şiîler’in mâsum imam veya astronomi âlimlerinin kutub fikrinden kaynaklanmış olup temelinde Allah’ı hükümdara benzetme fikri yatmaktadır. Allah’a ait bazı sıfatların kutba atfedilmesi, gavstan imdat istenmesi anlayışı da İslâm’ın tevhid anlayışıyla bağdaşmaz (Mecmûʿu fetâvâ, II, 363, 376, 433, 440). İbn Haldûn da kutub fikrinin İsmâiliyye inançlarıyla benzerliğine dikkat çekmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

, “Ḳuṭb” md.

, II, 1167.

Buhârî, “Cumʿa”, 11.

Müslim, “İmâre”, 20.

, s. 489, 495, 504.

, s. 249, 329, 346.

, I, 151, 157; II, 95, 182, 250, 275, 445, 571-574; III, 75, 77, 136, 140; IV, 11, 76.

a.mlf., Menzilü’l-ḳuṭb (Resâʾilü İbni’l-ʿArabî içinde), Haydarâbâd 1327 hş./1948.

a.mlf., Risâle fî maʿrifeti’l-aḳṭâb, Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye, nr. 123.

a.mlf., Risâletü’l-ġavs̱iyye, Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye, nr. 6824.

Azîz Nesefî, İnsân-ı kâmil (nşr. M. Molé), Tahran 1403/1983, s. 317, 472.

, II, 363-376, 433-440.

, s. 145.

Alâüddevle-i Simnânî, el-ʿUrve li-ehli’l-ḫalve ve’l-celve, Tahran 1362 hş., s. 362, 528.

Haydar el-Âmülî, Câmiʿu’l-esrâr (trc. Cevâd Tabâtabâî), Tahran 1368 hş., s. 223.

İbn Haldûn, Muḳaddime, Kahire 1957, s. 1108.

Süyûtî, el-Ḫaberü’d-dâl ʿalâ vücûdi’l-ḳuṭb ve’l-evtâd ve’n-nücebâʾ ve’l-ʿabdâl, Kahire 1351.

, s. 26.

, I, 95.

a.mlf., el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir, Kahire 1307, II, 78-82.

İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, Mekke 1317, I, 234-236.

M. Mustafa Hilmi, İbnü’l-Fârıż ve’l-ḥubbü’l-ilâhî, Kahire 1971, s. 352-371.

Ebü’l-Vefâ et-Teftâzânî, İbn Sebʿîn ve felsefetü’ṣ-ṣûfiyye, Beyrut 1973, s. 268-285.

F. de Jong, “al-Ḳuṭb”, , V, 543-546.

, XI, 15546.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2002 yılında Ankara’da basılan 26. cildinde, 498-499 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER